TARİHİN RÜZGAR GİBİ ESTİĞİ KASABA MELEKLİ...
MELEKLİ KASABASI...

ERMENİ MESELESİNDE MELEKLİ




(TARİHİ ARŞİVLERDE MELEKLİ)
(1874-1974)
Hacı Ali Ekber Tufan
Meşhedi Ekber Mazanoff
Ekber Ramazanoğlu(Ramazanov)
Iğdır’ın Milli Mücadele yılları, kurtuluşunda yaşanan olaylar ve Ekber Tufan’ın anıları.
 
Iğdır’ın Rus egemenliğinde olduğu dönemlerde Moskova’da 2 dönem Çarlık Dumasında milletvekilliği yapan Ekber Tufan, Çarlık Rusya’sının yıkılmasının ardından Iğdır ve yakın bölgelerde otorite boşluğundan dolayı baş gösteren Ermeni katliamlarına karşı koymak için Iğdır’a gelerek  Melekliden milli mücadeleye başlamıştır.
İlk olarak;
Rusların Kürtler üzerinden Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu üzerinden başlatacakları bir isyanı, Tüccar Meşhedi Abbas Vurgun’un İdirmavada’ki evinden Sünnet şenliği adı altında gizli bir toplantıda Iğdır’ın ileri gelen Kürt aşiret reisleri ile bir araya gelerek durumun hassasiyetini konuşarak duruma karşı koymaya ve diğer bölgelerdeki Kürt aşiret reislerini konu ile ilegili bilgilendirme gereği duyarak Ekber Tufan, Abbas Vurgun ve Hacı Tahir(Adetli Köyü) temsilci olarak D.Bayazıt’a giderek Kürt Ağası Abdulvahap Bey ile görüşerek onunda desteği alınmış ve olası bir isyan son anda engellenmiştir.
Rusların dini bölücülüğünün engellenmesi
1910 yılında Türkçüler Sünni şii propagandalarını yenmişler ve sünni şii evliliklere şehirlerin ileri gelenleri tarafından 100 madeni lira veriliyordu, bunların başında Bakü’den Hacı Zeynelabidin Tağızade, Tifliste Mehmet Ağa Şahtatlı, Nahçivanda Memmet Kulu Bey ve Iğdır’da Ali Ekber Tufan gibi isimler yardım yapanların başında bulunuyorlardı.
Cemiyet-i Hayreyi
Balkan savaşının kaybedilmesinin ardından “Balkan felaketzedelerine yardım kampanyası” adı altında Anadolunun dört bir yanından yardımlar geliyordu. Ali Ekber Tufan’ın başkanlığını üstlendiği Cemiyet-i Hayreyi yönetim kurulunda ise Abbas Vurgun, Abbas Kulubey(Karakoyunlu) ve Meşhedi Bilal Toksöz (Aralık) bulunmaktaydı. Iğdır ve bölgesinde toplanan büyük çapta yardımlar alınarak felaketzedelere yardım olarak gönderiliyordu.
 
-         SARIKAMIŞ FELAKETİMİZ VE IĞDIR
Sarıkamış felaketi ardından esir düşen askerler Aralık’ta ki askeri kışlada rehin tutuluyordu.Bunların çoğu aç sefil ve bakımsızdı.Bu durumu gören Iğdır’ın yerli halkı yerel yönetimlerle devreye girdi ve esirlerin çoğu evlere dağıtıldı. Iğdır halkı esirlerin gıda gereksinimlerini karşıladılar ve ölüleri tekrar islam adetlerine göre gömdüler. Revan Ve Iğdır Cemiyet-i Hayreyeleri bunlara yardım için koştu. Düğün ve derneklerden gerekli paralar toplanıyordu. Kimisi evlendirilip halka karıştırılıyor kimileri başka şehirlere kaçırılıyordu. Nisan 1915’te Melekli köyünde oğlu Talat Tufan’ın ad koyma gününde Ali Ekber Tufan yaklaşık topladığı 90 Reşat altınını Kars halkına göndermiş ve yardımlar her daim devam etmiştir.
 
1917 RUS İHTİLALİ VE IĞDIR
Dağılan Rus imparatorluğunda Türkler kendi hak ve hukukları peşinde koşmaya devam ediyordu.Özgürlüğün ve bağımsızlığın elde edilmesi için 1 Mayıs 1917 ‘de Moskova’da Türk İslam Kongresine karar verilmişti.Her bölgeden temsilci istenmişti.5 Nisan 1917 günü Musavat partisinin gayretiyle Bakü’de toplanan kurultaya Ali Ekber Tufan Iğdır ve bölgesini temsilen katılmıştır.Kurultayın başkanlığını üstlenen Mehmet Emin Resulzade ilk sözü Ali Ekber Tufan’a vererek Iğdır’ın durumunu ve acil olarak silah yardımı yapılmasına ve aksi taktirde Ermeni çetecilerin soykırım yapacağını belirtmesini sağlamıştır.
 
 
 
 
IĞDIR İCRA KOMİTESİ
Iğdır İcra komitesi Ali Ekber Tufan’ın Bakü’den Iğdır’a dönmesinin ardından ılımlı ermenilerle bir araya gelerek doğan otorite boşluğunun yarattığı sorunlara son vermek amacı ile başkanı Türk olmak şartı ile 5 Türk 5 Ermeni ile bir Hükümet kurulmuştur. Ermenilerin kiliselerinde ve Türk halkının Iğdırmava camiisinde yaptığı oylama ardından başkan seçilen Ali Ekber Tufan bir an önce gerekli konuşlandırmaları yaparak tarım ve sağlık ile ilgili önemli girişimlerde bulunmuştur.25.05.1917 tarihinde kurulan bu hükümet Ermenilerin Bakü’ye saldırmalarının ardından Iğdır’daki Ermenilerin samimiyetsizliklerininde artık gizlenememesinden dolayı bir gece içinde 18 Mart 1918’de mahrem evraklar toplanarak şehir merkezinden Melekli’ye getirilmiştir.
 
KAFKASYADA FAALİYETLER
Temmuz 1917’de Tiflis Revan Erivan Bakü ve Iğdır Türk bölgelerini kapsayan Mavera-i Kafkas Hükümeti(SEYM) kurulmuş, Iğdır’dan Ali Ekber Ramazan ve Ali Mirze Bey Iğdır Bölgesini temsiline katılmış ve Kafkasyada büyük bir Türk hükümeti kurulmuştur.
Bu hükümete telgraf gönderen Lenin;
“Camileri Çar hakimiyeti ile imha edilen ey siz Mavera-i Kafkas Türkleri, bundan sonra milli ve medeni müesseselerini serbest ve masum ilan olunuyor, milli hayatlarınızı istediğini gibi kurunuz ve hatta isterse Rusyadan ayrılınız” demiştir.1 Mart 1918 de bu telgraf ardından SEYM yerini meclise devretti. Bu arada Iğdır Milli Hükümeti kurma çabaları içinde olan Ali Ekber Tufan Başkenti Melekli olarak kabulettirmiş ve silah temin ederek Iğdır Bölgesine geri dönerek Iğdır Milli Hükümetini kurmuştur
Iğdır Milli Hükümeti
Başkenti Melekli bu hükümet Tuzluca Aralık Karakoyun ve D.bayazit’in bir bölümünü kapsayarak 04.04.1918’te 750 delegenin katılımı ile kurulmuş, Başkan ve Dışişleri bakanlığını Ali Ekber Tufan üstlenmiş, 8 bakanlık ayrıca kurulmuştur.
Askeri Güç olarak
Melekli:3000, Tuzluca’dan Şamil Ayrım 300 Hamit Güneş Ağrı Dağı etekleri bölgesinden 300, Ali Mirze bey 300 Aralık’tan Merdanoğlu kurban Ali, Ali Abuzeroğlu, Gani Hacı Muharremoğlu, Settar Hasanoğlu 100’er kişi ile , Muhtar Bey Amarat’tan 200 , Hacı Mirze Bey İdirmavadan 300 kişilik destelerle(asker) ile savaş gücünü oluşturuyordu.
Anı;
Tiflis’e temin (Alman deniz altılarıdan çıkarılan)edilen silahları getirmek amacı ile giden Ali Ekber Tufan, Ermenilerin öldü diyerek Türk halkını tedirgin etmişlerdir ve durumdan endişe duyan Melekli köyünden yiğit gençler Tiflis’e giderek Ali Ekber Tufan’ı bulmuşlar ve durumu anlatmışlardır.Temin edilen silahlar Erivan’da tren garından Ermeni ve Rus Askerleri tarafından alıkonulmuş ve kaybedilen silahların yerine Bakü ve İrandan silah temin edilmiştir.
 
 
TİFLİS TÜRK KURULTAYI
Kafkasyada ki Türkleri silahlandırmak amacı ile Tiflis’te çok gizli bir toplantı gerçekleştirildi.Iğdır’da bu toplantıya Ali Ekber Tufan katıldı. Rus Ordusundan terhis edilen askerlerin bıraktığı silahlar ve Rus cephesinden geri dönen askerlerin bırakacağı silahların Türk Halkına dağıtılması önem arz ediyordu. Gence Tarafından gelenlerin askeri malzemeleri çok büyük önem arz ediyordu ve bunlara el konulması gerekiyordu. Alman denizaltılarından çıkarılan silahların Iğdır’a tekrar sorunsuz bir şekilde ulaştırılması gerekiyordu.Gerekli silah ve mühimmat Melekli ve Aralık’ın cesur gençleri tarafından yol boyu tren garlarının koruma altına alınması ile Iğdır’a ulaştırıldı…
 
1918 IĞDIR VE ARAS TÜRK HÜKÜMETİ
Sorunların giderek arttığı bölgede Kars Ardahan Erivan Iğdır Şerur Nahçivan bir araya gelerek artık büyük bir hükümet kurarak Merkezi Ali Kamerli olmak üzere kurulmuş ve Ekber Tufan , Eleşref Bey Iğdır Bölgesini temsil etmişlerdir.
Ömrü çok kısa olan bu devlet Ermenilere karşı az zamanda çok büyük mücadeleler vermiştir.7 Aralık 1918’de İstiklal savaşı veren Aras Türk Hükümeti, Ermenilere karşı Melekli (Iğdır Milli Komitesi) sayesinde Aras’ı geçip sürmeli çukuruna inemezken Erivan yakınındaki Develi istasyonuna kadar ermeniler geri püskürtülmüştür. Aras Türk Hükümeti ağır hasara uğramış ve Kars’ta yeni bir hükümet kurulacaktı.
Cenub-i Garbi Kafkas Cumhuriyeti
3 Mart 1919 ‘da kurulan ve Başkanlığını İbrahim Cihangiroğlu’nun yaptığı bu hükümet Ekber Tufan hükümetine çağrıda bulunmuş ve Meşhedi Bilal Toksöz ile birlikte ciddi yardımlar sağlanmıştır.Daha sonra bölgeye gelen İngiliz yönetimindeki Anzak askerleri bu yönetimi dağıtmış ve yöneticileri Maltaya sürmüştür. Iğdır’lı Ekber Tufan ve Meşhedi Bilal Toksöz Ali Mirze bey ile sürgünden kaçmışlarıdır.
Erzurum Kongresi
Atatürk’ün başlattığı milli mücadelede yapılan Erzurum Kongresine Iğdır Milli Komitesini temsilen giden Meşhedi Bilal Toksöz Sultanabadlı Muhtar bey ve Hüseyin Zengi, kendilerinin bölge olarak misak-ı milli sınırları içinde olmadıklar için konuk olarak ağırlandıklarını ve balkondan Mustafa Kemal Paşa’yı dinlemişlerdir.
 
 
BÜYÜK ERMENİSTANDA ERMENİ GÖREMEDİM
Wilson prensiplerine göre bölgelerde yapılacak oylama için bölgeye gelen 24 Eylül Amerikan Genelkurmay Başkanı Harbord, Melekli’de ağırlanarak kendisine durum anlatılmış ve bölge gezidirilmiştir.Bölgenin hazin durumu anlatılarak Vedibasar tarafındaki ölüme terk edilmiş halk için yardım istenmişdir ve Ermenilerin baskınlarından kalan acı hatıralar gösterilmiştir. Durumu itilaf devletlerine belirteceğini bildiren Harbord, Ekber Tufan’ın sert tepkisi ile karşılaşmış ve “Siz ora gidip anlatana kadar buradakilerin ölüm haberi size gelecektir” sözü ve Melekli Halkının tepkisi ile karşılaşmış, mutasarrıf’dan hemen telgraf hatlarının açılmasını isteyerek İtilaf devletleri ile yazışma sağlanmış ve geçiçi bir sınır oluşturularak Vedibasar ve diğer köy halkları katlıyamdan kurtarılmıştı. Aynı zamanda itilaf devletlerine “Büyük Ermenistan’da Ermeni göremedim “ raporunu sunarak Iğdır’ın gelecekte Türkiye sınırları içinde kalma şansını bir nebzede olsa yaratmıştır.
H.Ali Ekber Tufan’ın hayatı ve silah arkadaşları ile başarılarının çok küçük özetini sunarız.
MELEKLİ HÜRSES AİLESİ VE IĞDIR AKUD KULÜBÜ
 
KAYNAK
IĞDIR TARİHİ KİTABI
Nizamettin Onk Iğdır Tarihi Avrasya Araştırmaları Topluluğu


Ermeni soykırımı var diyen açıp
 
Harbord raporuna baksın

Tarihçi, hukukçu, yazar Mehmet Niyazi Özdemir, Ermeni soykırımı olmadığının 1919'da zaten kanıtlandığını, Amerikan Başkanı Wilson'un General Harbord başkanlığında gönderdiği heyetin "Burada katliam yok, iki milletin birbirine karşı düşmanlığı var" diye rapor verdiğini söylüyor.

 

Amerika, Sevres Antlaşması Ve "Ermenistan" Sınırları 2.Bölüm

 

Fahir Armaoğlu ANKARA, 27 Eylül 2007 Perşembe 

Bu mesaja göre, Milletler Cemiyeti Konseyi, Müttefikler Yüksek Konseyi'ne başvurup, Ermenistan ile en fazla ilgilenen devletin kim olduğunu ve Ermenistan'ın bağımsızlık ve güvenliği için bu devletin neler yapabileceğini sormuş, imiş. Başta İngiltere'nin oynamak istediği basit oyunun, bizim dilimizdeki en hafif nitelendirmesi "tecahül-i arifane" dir.

Yine bu mesaja göre, Başkan Wilson'ın şimdiye kadar Ermenistan konusunda yaptığı çeşidi konuşmaları ve Amerikan Dışişleri Bakanı Colby'nin kullandığı deyimle "uygar dünyanın istek ve beklentileri" dolayısıyla, şimdi Yüksek Konsey Ermenistan mandasını Amerika'nın kabul edip etmeyeceğini soruyordu.

San Remo, bu kadarla da yetinmeyip, Ermenistan konusunda bir takım görüşler de belirtiyordu: Amerika şimdiye kadar hep "geniş" bir Ermenistan ilkesini savunmuştur. Bununla beraber, Kilikya'yı (Çukurova) Ermenistan'a vermek pratik bir yol görünmüyor[1]. Bu durumda, Ermenistan'a, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilâyetlerinin verilmesi söz konusu olmakla beraber, önce Amerika'nın Ermenistan mandasını kabul etmesi ve ikinci olarak da bu bağımsız Ermenistan'ın sınırlarının Amerika Birleşik Devlederi Başkanı tarafından çizilmesi istenmekteydi.

Kısacası, Müttefîkler'in Osmanlı Devleti yerine bir "Ermenistan Devleti"ni ikame etmek isterlerken, bu işin, badireleri ve sonuçlan ile, bütün yükünü Amerika'nın sırtına yüklemeye çalıştıkları apaçık belliydi. Şunu da belirtelim ki, General Harbord'ın, bir "Bağımsız Ermenistan" mandasının ne denli sorunlar ortaya çıkaracağı hakkındaki raporu da, müttefiklerin elindeydi.

Nitekim, Yüksek Konsey'in kararına göre, Ermenistan sorunu yine de bu kadarla bitmiyordu. Türkiye ile barış imza edilir edilmez, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı savunulması için gerekli askerî kuvvet ve ayrıca düzenli bir yönetim için malî yardım söz konusu olacaktı. Yani, Amerika, Ermenistan mandasını kabul ettiği takdirde, bu iki yükü de sırtlamak zorundaydı.

Yine Yüksek Konsey'e göre, Amerika'nın bu hususta acele karar vermesi gerekmiyordu. Ama Ermenistan halkı da büyük bir bekleyiş ve endişe içindeydi..

Müttefiklerin 27 Nisan mesajına, Amerika 17 Mayıs 1920'de cevap verdi ve bu cevapta "Ermenistan mandası" hakkında tek kelime mevcut değildi. Sadece, Amerika Cumhurbaşkanı'nın, Ermenistan'ın sınırları konusunda "hakem" olmayı ("to act as arbiter") kabul ettiği bildiriliyordu[2].

Söz konusu telgrafta Ermenistan mandası hakkında herhangi bir ifadenin bulunmamasının sebebi, bir yandan Amerikan Senatosu'nun bu konudaki olumsuz havası, diğer yandan da, Yüksek Konsey'in 27 Nisan 1920 günlü mesajı üzerine, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın, Harbiye Bakanlığı'na, Ermenistan mandası hakkındaki görüşünü sormasıydı. Harbiye Bakanı Baker'ın Dışişleri Bakanı Colby'ye gönderdiği 2 Haziran 1920 tarihli memoranduma göre[3], General Harbord, her ne kadar raporunda, Ermenistan mandası için 59.000 kişilik bir Amerikan kuvvetini gerekli görmüş ise de, bu miktar % 50 oranında azalülabilirdi ve Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması için 27.000 kişilik bir Amerikan kuvveti yeterli olabilirdi. Ne var ki, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması evvelâ Milletler Cemiyeti'nin göreviydi ve ikinci olarak da, Bolşeviklerin şu anda Kafkaslar'da yarattığı tehlike dolayısıyla bu kadar bir Amerikan kuvvetinin orada bulundurulması pratik bir formül değildi. Bolşevikler Bakü'yü işgal etmişlerdi ve gazete haberlerine göre de, Ermenistan topraklarına girmeye başlamışlardı.

Ağustos ayı geldiğinde, artık Amerika'nın "Ermenistan mandası" söz konusu değildi. Fakat, Amerika'nın Avrupalı Müttefikleri, şimdi Türkiye için hazırlanmış olan bu barış antlaşmasının imzasından önce, Ermenistan sınırlarının çizilmesi işinin Amerika Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilip edilmediğini öğrenmek istediler[4].

Amerika'nın bu isteğe cevabı, hazırlanan barış antlaşmasının (yani Sevres Andaşması) 89'uncu maddesine göre, "Türkiye, Ermenistan ve diğer Yüksek Akit Taraflar", Ermenistan sınırlarının çizilmesi hususunda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın kararını kabul edeceklerine göre, Amerika Cumhurbaşkanı'nın bu görevi kabul edebilmesi için, önce söz konusu tarafların bu antlaşmayı imza etmeleri gerekir, şeklindeydi16. Başka bir deyişle, Başkan Wilson, Türkiye barışı imzalanmadıkça ve 89'uncu madde ile sınırların çizimi görevi veya "hakemliği"nin kendisine verilmesi "resmileşmedikçe", sınırların çizimi konusunda herhangi bir taahhüde girmek istemiyordu.

Bilindiği gibi, 10 Ağustos 1920'de İstanbul Hükümeti Sevres Antlaşması'nı imza etti ve aynı anda da, hatta daha Mayıs ayında, bu antlaşma Ankara Hükümeti, yani T.B.M.M. Hükümeti tarafından geçersiz ilân edildi. Fakat bütün bunların, Amerika'yı veya Başkan Wilson'ı etkilemediği görülüyor.

Lâkin, Sevres Antlaşması'na karşı Anadolu'da uyanan millî duygular ve Ankara'daki millî hükümet tarafından gösterilen tepkiler, işin başından beri Türkiye ile ilgili gelişmeleri, Waşington'dan çok daha farklı bir şekilde değerlendiren, Amerika'nın İstanbul'daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol'ü, Waşington'u ciddi bir şekilde uyarma ihtiyacına sevketmiş görünüyor, Amiral Bristol'ün Waşington'a 18 Eylül 1920'de gönderdiği telgraf, özellikle Ermenistan konusunda şu noktaları vurgulamaktaydı [5]: 

"Şu hususu kesin olarak belirtmek gerekir ki, Ermenistan'a (Anadolu'dan) toprak verilmesine karşı Doğu Anadolu vilâyetlerinde oluşan tepkiler, şimdiye kadar olduğundan çok daha acı ve kuvvetlidir. Ermenistan'a bırakılan toprakları, Türklerin, kuvvet zoru olmaksızın bırakacaklarına hiç kimse inanmamaktadır. Türklerin çok geniş bir çoğunluğunu temsil eden Milliyetçiler, İstanbul Hükümeti tarafından imza edilen anlaşmayı tanımamaktadırlar" ve çok muhtemeldir ki, Müttefikler, Yunanistan vasıtasıyla, bu anlaşmayı Türklere kabul ettirmeye zorlayacaklardır. Türkiye barışı, Ermenistan'a, Türkiye'nin, Başkan'ın hakemliği ile tespit edilecek doğu vilayetlerini vermektedir. Bu bölgelerde bugün fiilen Ermeniler yoktur ve Erivan "daki Ermenileri bu bölgelere yerleştirmek, yeterli koruma sağlanmadığı takdirde, karışıklıkların ortaya çıkması sonucunu verecektir".

Amiral Bristol'un bu son derece isabetli değerlendirmesi, Amerikan Hükümeti ve Başkan Wilson üzerinde tamamen etkisiz kaldığı gibi, Sevres Antlaşması'na ve Amerika'ya güvenen Rusya Ermenistam, 4 Ekim 192ü'de Türkiye'ye savaş ilân etti. Gürcistan da Ermenistan'ı destekleyeceğini bildirdi [6].

Amiral Bristol'un İstanbul'dan Waşington'a gönderdiği uyarıların, Başkan Wilson üzerinde hiç bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Çünkü, Başkan Wilson'ın, "önce Türkiye ile barış imzalansın" şartı üzerine, Barış Konferansı'nın Genel Sekreterliği, ilk defa olarak ve Sevres Antlaşması'nın imzasından iki ay sonra, Sevres Antlaşması'nın tam metnini, Amerika'ya vermiştir[7]. Verirken de, Sevres Antlaşması'nın 89. maddesinin, Amerika Cumhurbaşkanı'na, hem Ermenistan'ın sınırlarını çizme, hem Ermenistan'ın denize çıkmasının sağlanması ve hem de Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırda "gayrı askerî bölge"nin tesbiti görevini verdiği belirtilmekteydi.

Yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla, Başkan Wilson'ın, Ermenistan sınırları hakkında hazırlayıp, Müttefik Devletler Yüksek Konseyi'ne hitaben kaleme aldığı raporunu, söz konusu Konsey Başkanlığı'na sundu[8].

Wilson'ın Ermenistan sınırlarının çizimine ait raporunu ele almayı, yazımızın sonuna bırakarak, raporun Yüksek Konsey'e sunulmasından sonra ortaya çıkan bazı ilginç gelişmelere değinmek istiyoruz.

Başkan Wilson, 30 Kasım 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na gönderdiği bir telgrafta[9], Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tesisi teklifi, Amerikan Senatosu tarafından reddedilmiş olmakla beraber, Amerikan halkının, Ermenistan'ın kaderi ile çok yakından ilgilendiğini, fakat şu anda Ermenistan'a yardım bakımından Amerikan askerini kullanma yetkisine sahip olmadığını, ekonomik yardımın ise, yine Senato'nun kararına bağlı bulunduğunu, fakat bu karar konusunda şimdiden bir tahminde bulunamayacağını söylemiştir. Başkan Wilson, Senato'nun kesin muhalefetine rağmen, Ermenistan'a yardım için elinden gelen her türlü çabayı harcamaya kararlı görünüyordu.

Ne var ki, Wilson'ın Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na bu telgrafı gönderdiği, aynı 30 Kasım 1920 günü, İstanbul'daki Yüksek Komiser Amiral Bristol, 1 Aralık sabahı Waşington'a ulaşuğı anlaşılan telgrafında[10] şunları yazıyordu: 

Ermenistan konusunun artık bittiği bildirilmektedir. Kars ve Gümrü'deki Ermeni kuvveden, çok üstün olmalarına rağmen, hezimete uğratılmış ve bir çok noktalarda Ermeni kuvvetleri kaçmıştır ("ran away"). Türkler Iğdır'ı ele geçirmiş olup, Aralık'tan bir kaç mil mesafede bulunmaktadır... Bir barış antlaşması müzakere edilmektedir. Türk hattı dahilindeki Amerikalıların güvenlikte olduğu bildirilmektedir. Bolşevikler ve Milliyetçi Türkler anlaşma içinde bulunuyor. Gümrü ve Kars'ın Ermeniler tarafından tekrar ele geçirildiğine dair haberler doğru değildir ve Ermenilerin bu iki şehri geri almaları ihtimali de mevcut değildir".

Tiflis'teki Amerikan Konsolosu Moser de, 4 aralık 1920 sabahı Waşington'a gönderdiği telgrafında şöyle demekteydi[11]: 

Erivan'da resmen açıklandığına göre, Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti olarak ilân edilmiştir... Sovyet Rusya Büyükelçisi'nin söylediğine göre, Sovyetler bu yeni Sovyet Cumhuriyed'ni resmen tanımışlardır. Bir hafta önce kurulan Ermeni hükümetinin devrilmesinin arkasından, Bakû'den gelen Rus kuvvetleri, Ermenistan'ın sınır bölgelerini işgale başlamıştır. Rusya bu harekâtı, Bakû'deki Ermeni Bolşevik Komitesi'nin isteği üzerine yapmıştır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış müzakereleri sırasında, Gümrü'deki mahallî hükümet de Bolşeviklere katılmıştır..."

Bu gelişmeler karsısında Wilson'ın çizdiği Ermenistan haritasının havada kalması bir yana, Ermenistan'da bu gelişmeler olurken, "bağımsız Ermenistan"ın sınırlarının çizildiğinin açıklanması, hem Amerika ve hem de Müttefikler'in prestijine ağır bir darbe teşkil edecek ve bir "skandal" olacaktı. Bu sebeple, İngiltere hemen harekete geçerek, Wilson'dan, bu sınırların kamuoyuna duyurulmasının durdurulmasını istemiş ve Wilson da, çizmiş olduğu Ermenistan sınırlarını açıklamaktan vazgeçmiştir[12]. Böylece Wilson'ın çizmiş olduğu Ermenistan haritası, tarihin arşivine girecek bir belge niteliğini muhafazaya mahkûm olmaktaydı.

Wilson'ın, Ermenistan sınırlarını çizen raporuna gelince[13]: Rapor 22 Kasım 1920 tarihli olup, iki kısımdır. Raporun birinci kısmında Wilson, sınırları, yani Türkiye-Ermenistan sınırlarını çizerken, veya daha doğru bir deyişle bir kısım Türk topraklarını Ermenilere hediye ederken, hangi esas ve ilkeleri gözönünde tuttuğunu uzunca bir şekilde belirtmekte, ve ikinci kısımda ise, çizmiş olduğu sınırların geçtiği yerleri ve mevkileri, gayet ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.

Bu yazımıza ek olarak verdiğimiz ve Başkan Woodrow Wilson tarafından çizildiği belirtilen ve onun imzasını taşıyan haritanın altındaki nottan, bu haritanın, Amerikan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı tarafından, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği yapılarak hazırlandığı ve bunun için de General Harbord'ın verdiği bilgilerden ve Türk Genelkurmayı'nın kullandığı 1/200.000 ölçekli harita ile, Almanların savaş sırasında yaptıkları 1/400.000 ölçekli haritalarla, İran ve Kafkaslara ait 1/1.000.000 ölçekli İngiliz haritalarından yararlandığı anlaşılmaktadır.

Wilson'ın gözönünde tuttuğunu söylediği ilke ve esasları şu şekilde özetleyebiliriz:

Sevres Antlaşması'nın 89'uncu maddesi, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinin Ermenistan'a verilmesini öngördüğünden, sınırın çiziminde de bu dört vilâyet gözönünde tutulmuştur.

Kendi ifadesine göre, Wilson, Ermeni halkının çıkarlarına, en iyi şekilde hizmet etme endişesini taşımakla beraber, bitişik bölgelerdeki Türk, Kürt, Rum, v.s. halklara karşı da gayet adaletli davranmaya özen göstermiş.

Söz konusu dört vilâyet Ermenistan sınırları içine alınırken, sınırın çiziminde etnik yapı dikkate alınmamıştır. Çünkü bu dört vilâyette halklar, çeşidi sebeplerden, birbirine karışmıştır.

Keza, dört vilâyeti kapsayacak sınır çizilirken, "yeterli tebiî sınırlar" ve yeni devletin "coğrafi ve ekonomik vahdeti"nin asgari gerekleri gözönünde tutulmuştur.

Ermenilerin, Türklerin, Kürtlerin ve Rumların toprak isteklerini birbiriyle çatışması durumunda, Wilson, "müstakbel Ermeni Devletinin bir ekonomik hayata sahip olması" ilkesini, kesin bir faktör olarak tercih ettiğini belirtmektedir.

Sınır boyunca, Türkler ve Kürtlerle meskûn dağ ve vadilerin Türkiye'ye bırakılmasına çalışılmakla beraber, "ticaret merkezlerinin Ermenistan tarafına aktarılmasına" önem verilmiştir.

"Ermeni şehirleri (!) olan Bitlis ve Muş" un güneyinden geçen sınır çizgisi, Hakkâri ve Siirt sancakları ile, Van vilâyetinin hemen yansını Türkiye'ye bırakmıştır. Wilson için bunun gerekçesi de Siirt ve Hakkâri nüfusunun çoğunluğunun Kürt olması imiş.

Wilson, ilkeleri arasında, "Pontus Rumları" nın isteklerini de unutmadığını belirtmektedir. Zira, Pontus Rumlan, 1920 Marü'nda Londra'da yapılan Müttefikler Yüksek Konseyi toplantısına bir memorandum sunarak, Rumlarla meskûn Karadeniz kıyı bölgesinin bütünlüğünün korunmasını ve Rize'den Sinop'un batısına kadar olan bölgeye özerklik verilmesini istemişler. Lâkin, Wilson'a, Karadeniz kıyıları bakımından, sadece Trabzon vilâyeti için yetki verildiğinden, Karadeniz kıyılarının diğer kısımları için herhangi bir teklif yetkisi yokmuş. (Yani, teklif yetkisi verilse imiş, Rize'den Sinop'un batısına kadar olan Karadeniz kıyılarını da Rumlara vereceği anlaşılıyor).

Diğer taraftan Wilson, Trabzon'un nüfus çoğunluğunun Müslüman (Yani Türk) olduğunu, Trabzon'daki Ermeni nüfusun Rumlardan da az olduğunu belirtiyor, fakat, Ermenistan'ın Trabzon'dan denize çıkması hususunun en geniş şekilde ve Ermenistan'ın gelişmesini sağlayacak nitelikte olmasını istemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Wilson, Giresun şehrinin doğusuna kadar olan, Anadolu'nun Doğu Karadeniz kıyılarını veriyordu. Ermenistan'a, denize çıkışını sağlamak için sadece Trabzon limanı değil, Anadolu'nun Karadeniz kıyılarının yaklaşık dörtte biri verilmekteydi. Wilson açısından, bunun gerekçesi de Ermenistan'ın ekonomik gelişmesinin sağlanmasıydı.

Bu surede, Wilson'ın, "gayet adaletli" davrandığı iddiasını kabul etmek için, insanın bütün gerçekleri ters-yüz etmesi gerekiyordu.

Yine, görüldüğü gibi, sınır çiziminde Wilson'ın gözönünde tuttuğu temel ilke ve esas, sadece ve sadece, Ermenistan'ın çıkarları idi. Başka bir deyişle, "her şey Ermenistan'a" ilkesi, sınır çizminin ana unsurunu teşkil etmekteydi. Dolayısıyla, Wilson'ın meşhur "milliyetler ilkesi" de tam anlamı ile bir komediye dönüşüyordu. Zaman zaman, "milliyetler ilkesi" ne ağırlık verir gibi görünmesine rağmen, çizdiği sınırların, gerçekten milliyetler ilkesine ne derece uygun düştüğü çok tartışma götürür. Meselâ Wilson, Sevres Antlaşması'nın, söz konusu dört vilâyetimizi Ermenistan'a vermesinin gerekçe ve mantığını, milliyetler ilkesi açısından hiç tartışmamış, sadece Ermeni iddialarını kendisine dayanak yapmıştır. Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söylüyor, fakat bu iddiasını rakamlara ve belgelere dayandırmaktan kaçmıştır. Tarih hocalığı yapan ve 1890'da Princeton Üniversitesi'nden Profesör unvanını alan, yani güya bilim adamı olan bu zat, Ermeni propagandası ağzı ile, Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılıveriyor. Herhalde, "milliyetler ilkesi"nin ciddi ve bilimsel uygulaması bu değildir.

Belirttiğimiz gibi ve kendisinin de raporunda sık sık kullandığı bir ifade ile, "Ermenistan'ın istikbâli ve ekonomik gelişmesi" endişesi, Wilson için, her türlü ilkenin önüne geçmiştir. Bir halde ki, Wilson, "Bağımsız Ermenistan'ın kurucu babası olmayı, siyasî kariyerinin en büyük hedefi ve ihtirası haline getirmiş görünmekteydi.

İlkeler ve esaslar konusunda belirtilmesi gereken son bir nokta da, Ermenistan sınırının çizilmesi dolayısıyla, yine Sevres'in 89'uncu maddesi ile, bir de Osmanlı Devleti (Türkiye) tarafında, "gayrı askerî bir bölgenin sınırlarının çizilmesi görevinin de Wilson'a verilmiş olmasıydı.

Wilson bu işe girişmemiştir. Gerekçesi ise, gayrı askerî bölge tesis etmenin, karmaşık tedbir ve düzenlemeleri gerektirmesiydi. (Şüphesiz bu, Ermenistan'a gelişigüzel toprak vermek gibi olmayacaktı). Bu ise Wilson'a göre, hem pratik değil ve hem de gereksizdi. Zira, Sevres Antlaşması'nın 177'nci maddesi, Türkiye'ye bırakılan topraklardaki bütün "kalelerin" ("existing forts") silahsızlandırılmasını öngördüğü gibi, bir "karışıklık" (yani bir Türk saldırısı) halinde, Müttefiklere müdahale hakkı veriyordu. Bunun için de bir Müttefiklerarası Kontrol Komisyonu kurulacaktı. Bu sebeplerden dolayı, Wilson'a göre, ayrıca bir de "gayrı askerî bölge" tesisine gerek yoktu.

Burada Wilson'ın peşin hükümlü ve peşin kararlı tutumu bir kere daha ortaya çıkmaktadır. "Gayrı askerî bölge" tesisi, Sevres Antlaşması'nın bir hükmü ve Ermenistan sınırlarının çizilmesiyle birlikte kendisinin hakemliğine, dolayısıyla görevine havale edilmiş bir husus olduğu halde, Wilson kendi takdiri ile bu konuyu bertaraf ediyor, fakat Bitlis ve Muş'un "Ermeni" olduğunu ileri sürerken ve Trabzon'da ancak bir avuç Ermeni bulunduğu halde, burasını da Ermenistan'a verirken, bütün bu hususları tarafsız bir analizden geçirerek, Sevres Antlaşması'nın mantıksızlığını tartışmaya yanaşmıyordu.

Wilson Raporu'nun ikinci kısmı, doğrudan doğruya sınırı ayrıntılı bir şekilde çizmekteydi. Raporun bu kısımının tercümesini vermek yerine, faksimilesini vermeyi tercih etük. Zira, Rapor'un sınır çizimine ait kısmında, bir çok köyler, yerleşimler ve fizikî coğrafya isimleri, o zamanki şekliyle yer almaktadır ve bunlardan bazılarının bugünkü isimlerini ve Rapor'daki telâffuzlarından o zamanki isimlerini dahi tespit etmek kolay değildir.

Nihayet, bu belgeler Türk Tarih'in birer kalıntısından ibarettir. Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz, Büyük Atatürk'ün başlattığı Türk Millî Mücadelesi'nin ve Millî Devlet kurma çabasının daha başlangıcında, Amerika'nın Türk Milleti'ne karşı tutumunu ortaya koymak ve bu tutumdan, günümüze bazı ışıklar getirmektir.

Bununla beraber, incelememizin sonuna, yine Amerikan belgeleri arasında yayınlanan ve Doğu Anadolu topraklarımızdan Ermenistan'a verilen, yani Türk Vatanı'ndan koparılmak istenen toprakları gösteren bir haritayı da koyduk[14]. Belgelerde, çizilen sınırın çok daha ayrıntılı bir haritasından söz edilmekte ise de, bu harita belgeler arasında yayınlanmamıştır[15].


 

IĞDIR SEVDAMIZ KİTABINDA HAMZA AYGÜN ÜN DİLİNDEN MELEKLİ


Ermeni Dıro’nun Hikâyesi
1918-20 yılları arasında Iğdır ve Erivan bölgesinde yaşanan iç savaş yıllarında, Ermeni komitacıların ve Taşnak Partisinin bu bölgedeki lideri Dıro’nun
adını bilmeyen yoktu. Dıro’nun ismi, bu dönemle ilgili yazılmış tümtarih kitaplarının en baş sıralarında yer alır.
Dıro, 1920’den önce Iğdır merkezde ikâmet edermiş. Bugün, ŞehitMehmet Çavuş Caddesi üzerinde, askeriyenin kullandığı kırmızı kiremitli
evler, Dıro’ya aitmiş.

Milli Mücadele yıllarında Ermeni komitacılara karşı en büyük direnişi gösteren köylerin başında Melekli gelirmiş. Rahmetli Hacı Ekber Tufan’ın liderliğinde örgütlenen köy halkı her seferinde Ermeni saldırılarını püskürtmüş, ciddi bir zayiat vermemiştir. Bu nedenle Dıro ve Hacı Ekber Tufan, savaşan iki toplumun iki lideri olarak birbirlerine karşı cephe almış ve kıyasıya mücadele etmişler.
İkinci Dünya Harbi nedeniyle Hac ziyareti uzun yıllar hükümet tarafından
askıya alınmıştı. 1950’li yıllarda Hac yolculuğu yeniden açılınca bu
kafileye ilk katılanlardan birisi de Hacı Ekber Tufan olmuştu.
Kutsal topraklardan yeni dönen Hacı Ekber Tufan’ı ziyarete gitmiştik.
Ben genç bir delikanlı, odanın bir köşesinde oturmuş, yaşlıların konuşmalarını
merakla dinliyordum. O gün Hacı Ekber Tufan şu olayı anlattı:
“Biliyor musunuz ben kiminle görüştüm?  Hac dönüşü otobüsümüz Beyrut’ta yarım saatlik bir mola vermişti.
Aşağı inip, alışveriş yapmaya karar verdim. Bir gurup arkadaşla birlikte
önümüze çıkan bir manifatura dükkanından içeri girdik. Aramızda Türkçe
konuştuğumuzu duyan dükkân sahibi de bizimle Türkçe konuştu.“Hacı beyler nerelisiniz?” diye sordu. Hepimiz sırayla cevapladık.Sıra bana gelince, “Iğdırlıyım” dedim. Bu söz üzerine adam heyecanlandı, sevinerek, “Bizim patron da Iğdırlı” dedi. Meraklanıp,“Patronunuz kim?” diye sordum. Satıcı tek kelimeyle,  Dıro” demez mi!.. Satıcı hemen telefona sarıldı, “Patron burada bir Hacı Bey Iğdırlı olduğunu söylüyor” dedi. 
Ben 
telefondaki satıcıya eğilerek, “Melekli köyünden Ekber Tufan deyin o beni tanır” dedim. Dıro, satıcıya, “Hemen o arkadaşı eve gönder! Misafirim olacak” şeklinde emir
verdi. Ancak bizim otobüs yola çıkmak üzereydi. Otobüse binip koltuğuma oturduğum zaman garip bir duyguyla irkildim. Yıllar önce ölümüne savaştığım
Dıro’yla bir gün Beyrut’ta bu şekilde karşılaşacağımı söyleselerdi nasıl
inanabilirdim. Onun düşmanlığını ve dostluğunu içimde yad ederek Beyrut’-tan ayrıldık”




 
1. Dünya savaşını kaybettiğimiz anlaşılınca, sürmeli çıukuru (IĞDIR) Serhat çukurunda Serdarabad,Revan’ın 6 km. Türk-Ermeni hattını takiben zengezur ve ordubad’ a dek Nahçivanı kapsayan topraklarda merkezi “IĞDIR” olan ARAS TÜRK HÜKÜMETİ kurulması için teşebbüse geçildi 3. 11.1918.                                       Aras Türk Hükümetinin kuruluşunu H. Ekber TUFAN (Melekli) şöyle anlatıyordu:               Kasım 1918 günü 9. Ordu telgrafı ığdır’da Mehmed muhiddin Bey’e geldi. O da ığdır hükümeti komitesine gelerek bize izah etti. Hükümet olarak Kamerlide toplanmamız gerekiyordu. Sürmeli (ığdır) sancağından Mehmet Muhudin bey , Eleşref bey, ve ben Ekber Ramazan (Ali Ekber Tufan) millet vekili seçilerek Kamerliye gittik. İki hafta zarfında 60 milletvekili bir araya geldi . Türk ordusunun buraları terketmesi sonunda Wilson Prensiplerine göre çoğunlukta olan türklerin yönetimi elinde tutması için “Aras Türk Hükümet-i Muvakkatesinin”kurulmasına karar alındu. Bir anayasa hazırlanarak sonra seçime geçildi. 18.11.1918 Hükümet merkezi türkiyeye yakınlığı itibarıylaIĞDIR belirlendi. 9. Tümen karargahı yanı Kamerli’de yapılıyordu.
 

melekli halkının ermeni çetecilere karşı örgütlenmesinde Türkiye cumhuriyeti ordusuyla işbirliği




ali ekber tufan aras türk devleti kurucularından


MELEKLİDE BULUNAN ARAS TÜRK DEVLETİ DÖNEMİNDE ARMENİ ÇETECİLERE KARŞI KULANILMIŞ BİR SİLAH

melekli76.tr.gg